kitabımız, başlıkta belirttiğim gibi Barış Bıçakçı'nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz isimli kitabı.
iletişim yayınlarından ve 167 sayfalık bir kitap.
ben bu kitaba başlayalı uzun zaman olmuştu aslında. fakat bir türlü bitirip de yazamadım. bugün faranjitten muzdarip bir şekilde evde pineklerken aldım kitabı kaldığım yerden devam etmeye başladım.
Barış Bıçakçı benim okumayı sevdiğim yazarlardan biri. karakter yaratmada gerçekten başarılı ve duru bir anlatımı var. kitaplarının arka planında ankara oluyor. bu benim gibi ankarayı seven insanlar için oldukça sempatik. o sokak sokak, kaldırım kaldırım ankarayı yazdıkça siz de ankarayı ve ankaranın mevsimlerini yaşıyorsunuz onunla birlikte. bu nedenle ben kapalı havalarda okumayı daha çok seviyorum bu yazarı. betimlemeleri uzun uzadıya insanı sıkan bunaltan türden değil. kısa, basit ve sade.
***
kitap öncelikle ender ve çetin isimli birbirinin canı olan arkadaşı ve bu iki arkadaşın aynı kadına (nihal) aşık olmasını konu alıyor.(bu şekilde ifade edince saçma ve basit durdu evet, ama öyle değil)
kitaptaki olaylar (daha doğrusu anılar demeliyim..) Ender'in ağzından anlatılıyor. sanki daha çok enderin çetine yazdığı 167 sayfalık bir mektup gibi.
Ender ve Çetin... 2 naif orta yaşlı adam. biri kel, biri göbekli.. birlikte yaşıyorlar ve çocukluk arkadaşı. arkadaşları ikret amerikadan türkiyeye tatil için ailesinin yanına döndüğünde bir trafik kazası geçiriyorlar ve araçtaki anne baba ölüyor, fikret yaralı.. nihal ise fikretin kardeşi. bunun üzerine kazadan sonra fikret amerikaya döndüğünde üniversite öğrencisi olan nihal, enderle çetinin yanına misafir olarak yerleşiyor. daha sonrasında yüksek lisans için amerikaya abisinin yanına gidecek. zaman içinde ender ve çetin nihale aşık oluyorlar. ama bu çok güzel bir aşk. birbirinin kuyusunu kazmadan, pislik yapmadan... tamamen kendi içlerinde.
ilk bakışta olay örgüsü aslında sadece aşk gibi olsa da öyle değil. enderi, çetini, çocukluk anılarını, nihali, ankarayı, geçmişleri ve bu hayatlara dahil olmuş insanları da ele alıyor.
enderin nihale olan aşkının naifliği ise oldukça mükemmel işlenmiş. kitap oldukça akıcı. sıkılmıyorsunuz. uzun uzadıya başını sonunu unuttuğunuz cümleler yok ve o sade betimlemelerle ender ne anlatıyorsa direkt gözünüzde canlanıyor. bir de enderin arada parantez açıp çetine seslenişi, çemkirmesi, hatırlatmaları anlatıma tat vermiş. bir de kitapta bahsedilen reşit bey var ki bunu alıntılamadan geçemeyeceğim. anlayacaksınız zaten neden o karakteri çok sevdiğimi :)
bazı sitelerde çetin ve enderin aslında gay olduğuna dair yorumlamalar olmuş. ben buna katılmıyorum. onlar birbirine candan öte olabilmeyi, benimsemeyi başarmış 2 arkadaş. bunu zaten bir çok yerde açıkça okuyoruz.
Barış Bıçakçı bir kez daha ''sen ne yazarsan ben okurum seni'' dedirtmiş oldu bana :)
alıntılar:
-''reşit bey erzincan'ın bir kasabasında bir imamın üçüncü 'çocuğu olarak dünyaya gelmişti. imam çocuğu olmasına rağmen tanrıtanımazlığı kendine daha uygun bulmuştu. teknik üniversite'de elektrik mühendisliği okuyacak kadar başarılı bir öğrenciydi. sonra da yıllarca şeker fabrikalarında görev yapmıştı. pek çok şehir görmüştü, yurtdışına gitmişti. hem köyü hem şehri bilen ve cumhuriyet'ten hemen sonra doğan herkes gibi, onun da gözünü çelişkilerin çiğ ışığı almıştı:
hayatını doğu-batı sorunu üzerine düşünmeye vakfetmişti. ama siyasetle ilgilenmemişti, çünkü reşit bey'e göre, insanlar birbirlerinden ve tarihten bir şey öğrenmiyor, basit güdülerle hareket ediyordu. bu yüzden siyasetin yapacağı, başaracağı bir şey yoktu. siyasetin temeli olduğu söylenen "toplumsal tecrübe" diye bir şey yoktu. yalnızca insanoğlunun daha az çaba yani daha az enerji harcamak, tasarruf etmek yönünde değişmez bir eğilimi vardı. nesilden nesile bir tek bu eğilim aktarılıyordu.
toplumlar için de böyleydi bu. osmanlı'dan başlayarak batı'ya öykünmemiz bile bu yüzdendi. batı'daki imparatorlukların astarı yüzünden pahalıya gelmeyen düzenli ordulanna öykünmüştü osmanlı. daha az bedel ödeyerek daha kalıcı, daha işe yarar bir orduyu nasıl kurabilirim sorusunun yanıtı batı'da olduğu için oraya yönelmişti.
batılılaşma diye büyüttüğümüz, yücelttiğimiz şeyin kökeninde bu vardı. oysa batı dünyası, "tasarruf etmek" eğilimiyle birlikte "yaşamak" fikrinin de üzerine kurulmuştu. yaşamamayı bir halt sanan biz mistik doğulular batı'nın asıl bu özelliğine öykünsek daha manidar olurdu.
bizi biz yapan bu "yaşamamak" fikri nedeniyle hiçbir şeyin peşinden gitmiyorduk, kahır çekiyorduk, ekşiyorduk, eşrefleşiyorduk. (babamın bizimle değil kendi kendine yaptığı o uzun, bölük pörçük konuşmanın bu kısmı senin de ilgini çekmişti.)
eşref bey aslında bütün hayatını yaşamamak üzerine kurmuş tipik bir doğuluydu.reşit bey bu tuhaf kahramanıyla bir doğulu karikatürü çizmek istemişti. belki biraz fazla karikatürize etmişti, ama özünde meselesi doğu-batı'ydı. eşref bey kavramlarla düşünmek yerine, ayıp, suç, günah gibi dini-ahlaki bir terminolojinin esareti altında düşünüyordu.
oysa batı'nın kavramları vardı, çünkü yaşayanların kavramları olurdu,yaşamayanların yasakları, suçları, günahları... kavramlar bir bakıma özgürlüktü. "düşünsene salih!" diyordu reşit bey, "ne çok kadın ve erkek yaşadıgıyla yetiniyor. karı koca olmakla yetiniyor. oysa kafalarında bir aşk kavramı olsaydı, yaşadıklarıyla yetinmez, kurulu düzenlerini yerle bir etmek pahasına aşkın peşinden giderlerdi. kavramlar hayatı en üst imkânlarına genişletmenin araçlarıdır.''
-"her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi? anılarımızı avuç dolusu su gibi her sabah yüzümüze çarpmanın işe yaramayacağına kim inandırabilir?"
-''kötü olduğumuzda en fazla susarız biz, birbirimize bakmayız. karpuz yeriz.''
-"benden okumak için kitap önermemi isteyenlerin kalbimi de istediklerini sanıyordum; hâlâ öyle!"
-''aşıklar böyledir işte nihalciğim, kısacık bir anı bütün ömürlerine yaymak isterler.''
-''başlayan ve biten şeyler çetin, ölümlü olduğumu hissettiriyor bana, ölecekmiş gibi oluyorum.''
-''gerçekten öyle, her şey birden bire oluyor. küçük bir çocukken birdenbire, ilaçların plastik bir margarin kabında saklayan bir ihtiyar oluveriyorsun. kendin için, çocukların için, ülken için güzel şeyler ümit ederken, seni biçimlendiren şeyin güzel bir gelecek hayali olduğunu düşünürken, birdenbire kaderinin, güne ayak uyduramamak, gençliğini, geçmişini özlemek ve hızla dönen dünya tarafından hep kenara savrulmak olduğunu görüyorsun.''
-''freud tanısaydı severdi beni.''
-''o da anlamıştı herhalde ikimizden bir adam olacağını, benimle konuşulacağını seninle yaşanacağını.''
-''çetin, kadınlar kendileri için şiir yazılmasını neden ister ? kendilerini feda etmeyi, yok olmayı, hiç olmayı arzuladıkları ve onlara adanmış bir şiirle bu arzu arasında, biz erkeklerin göremeyeceği şık bir bağ gördükleri için mi? öyle mi?''