1 Temmuz 2016 Cuma

Peki ya affedilebilir mi? Sanmıyorum.





seni bir boşluğa attım 
gövdemi başka gövdeler bilmeyecek artık 
boşluk sesi ol.. 
hoşluk sesi ol.. 
sonra dönüp üz beni. 
yüzüm yüzünü terk edeli kıştı. 
yeni yeni kıştı. kollarım kendi 
bacaklarımı sarmıştı. fotoğrafta görünmeyen 
ışıklar vardı. sandalyenin ucuna oturmuştum. 
gözlerim bacaklarıma dolanan kollarıma, 
sonra bacaklarıma, sonra daha uzağa, salondan 
da uzağa, 
o yok yere bakıyordun. 
seni boşluğa attım 
gitmek üzereydim kalktım 
boşluk sesi ol.. 
hoşluk sesi ol.. 
gözlerimdeki ay ışığı 
gözlerinin körlüğü içindi. 


2 
hadi benim umarsızım 
ben ölmek üzereyim 
yorgunluğum da öyle 
sabrımın son parçasını da yedim 
az önce. 
hadi benim suskunum 
geçtiğim yılları yaktım ardımda 
çocukluğumdan gelirken düştüğüm 
o keskin virajdan 
sürüklendiğim bu vakte dek 
sıkıca tuttuğum 
kırık dökük inançlarım bile 
ölmek üzere. 
hadi benim kırgınım 
kışın bana yaptıklarından, 
yazın beni öldüren yıldızlarından sonra 
yitirdiğim mevsimler değil, 
vaktim yok, 
baktığım yerleri yaktım 
içime ağladığım suları da içtim 
az önce. 


3 
seni şimdi bir yabancı gibi karşıma alıp 
sanki senden bahsetmiyormuşum gibi yapıp 
sanki benden bahsetmiyormuşum gibi 
hatta bir aşktan bahsetmiyormuşum gibi 
fırtınayı ve huzuru anlatacağım sana 
yılları ve yolları, limanları ve fırtınayı 
ve aşkın belki hiç adı geçmeyen kuzeyini 
aşkın bu kuzeyden nasıl düşürüldüğünü, 
artık sonsuza dek yitirdiğimizi 
büyünün bitişini, 
hiç gerekmeyen yıllarda huzur, 
çok gereken yıllarda da fırtına 
nasıl yaşanır onu anlatacağım. 
seni bir yabancı gibi karşıma alıp 
bunun dayanıklı bir şey olmadığını 
sürekli kılınmadığını, çünkü aşkın 
yapılan bir şey olmadığını, 
başlangıçta bir melek konduğunu 
sonunda bir kelebek öldüğünü, 
yani kısacık sürdüğünü, oysa hayatın 
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü 
olduğunu, 
bütün bunları sana 
nasıl anlatacağım? 


4 
kalbim 
ölü mevsimler gibisin 
bir şeyin görünmeyen iyi yanları gibi 
ama bitti mevsim, 
bir başka yolcu yok sana 
fark etmez gibisin. 
kalbim 
demir masanın küfü,örtünün yırtığı 
camın kırığı, patlayan freni hayatımın 
kalbim, anla, bitti mevsim 
bir başka yolcu yok sana.

18 Haziran 2016 Cumartesi

.

Amacim kimseyi horgormek degil ama.. o kucucuk beyinlerini kendi hayatlarini ve hedeflerini analiz etmek icin vakit harcamayan insanlar beni hep sasirtmistir.
 Ogrenciyken bana "devlet memuru mu oldun yeaa" diyerek aklinca kucumsemeye calisan tiplerin mezun olup da issiz kalinca kpss ile ilgili soru yagmuruna tutup "yardimci olabilir misin?" Demesi...
Yav he he :)
Hayat basamaklardan olusur gencler. En alttan en uste tek hamlede cikamazsiniz. Bilginiz olsun. Bilmem anlatabildim mi? Yine de "buyugunuz" olarak ben buradayim her zaman biliyorsunuz. Simdi opun elimi:)

.

"O da onun hikayesi iste.. inanmis bi kere. Bozmak olmaz. Ayak uyduruyorum ben de ne yapayim..."

Demistim 2016 nisan ayinin baslarinda.

Sonra bu hikayeye fazla kaptirdim kendimi tabi. Hikayenin hikaye oldugunu unuttum fazla ozumsedim. Sonuna gelince de kalbim ellerimde sik gibi kalakaldim tabi oylece afedersin.

18.06.2016

Simdi ben kiza da diyemiyorum ki "bak kizim.. senin sevgilim dedigin ölümüne guvendigin herif var ya.. sana boyle boyle boyle soyledi. Ama bunlarin hepsi yalan. Senin sevgilinin sahip olabildigi tek nitelik sadece senin inandigin ucuz bi yalanci olmasi. Senin de sahip olabildigin tek sey gozlerine inmis bir perde ve o ask zannettigin seyden dolayi yasadigin sikko bi ozguven patlamasi. Kendine gel. Biraz yere bas. Ilerleyen zamanlarda bunlari bunlari yasayacaksin" Denmiyor iste. Diyemiyorsun. Cunku zaman zaman az da olsa ortaya cikan az bucuk bi vicdanin var.
Üfff arkadaslik ve vicdan kavramlarindan ve öngörülü olmaktan gercekten nefret ediyorum.

15 Haziran 2016 Çarşamba

24 mayıs 2016

seni bir yabancı gibi karşıma alıp
bunun dayanıklı bir şey olmadığını
sürekli kılınamadığını, çünkü aşkın
yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü, oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü
olduğunu,
bütün bunları sana
nasıl anlatacağım ?

14 Haziran 2016 Salı

14.06.2016

Hayat anlamlardan ibaret. Kime ve neye hangi anlamı yüklersen o, odur. Ve canini yakan şey aslında o yüklediğin anlamın boşa çıkıp seni hayal kırıklığına uğratmış olmasıdır.
Yoksa vedalar çok da kotu bir şey değil aslında.

26 Mayıs 2016 Perşembe

.

Yillardan bir yil, gunlerden bir gun, saatlerden bir saat, sokaklardan bir sokak, bakislardan bir bakis, eylullerden bir eylul, sayfalardan bir sayfa...
Sorulan bir soruya verilen tek bir cevap kalmis aklimda. 
"O kadar da bencil degilim"
Insan sirf öldüremedigi icin ölmek istiyor bazen.

?


Mesela bazi insanlarin kendileriyle ilgili olarak varolma sebeplerinden biri de delikanlilik filan. Sorsan herkes delikanli, herkes adam. (Artik bu ne demekse) 
Kendi caplarinda olabildikleri kadar olup varolmaya calisiyorlar.
Peki bunca yavsakligi kim yapti?
Bunlar evlenince de toplumda varolabilmek icin orada burada "ben aile reisiyim!!1!11!!" Diye atar yapiyorlar. Baska turlu olamiyorlar cunku.
Koskoca insanlarin ovundugu, tek sahip olabildigi ve kendilerince bi sekilde kriterlerini belirledikleri bu durusa; hirslariyla, hazimsizligi ve yenilgileriyle bir yerde ters davranmalarina ne deniyordu peki o kitapta? :)

24 Nisan 2016 Pazar

23 mü nisan?

Kafam dolu. Cok dolu...
Ofkesi elinden alinmis kadinlar gibi neye ve kime kizacagimi ve cogu zaman hikayenin neresinde oldugumu, hikayenin mi beni yoksa benim mi hikayeyi yonlendirdigini bilemiyorum.
Boyle zamanlarda aklima gelen tek sey "annemi ve babami ozledim" oluyor. Hep uyumak istiyorum saklanip.

9 Nisan 2016 Cumartesi

Kitap: Bizim Büyük Çaresizliğimiz-Barış Bıçakçı




kitabımız, başlıkta belirttiğim gibi Barış Bıçakçı'nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz isimli kitabı.
iletişim yayınlarından ve 167 sayfalık bir kitap.

ben bu kitaba başlayalı uzun zaman olmuştu aslında. fakat bir türlü bitirip de yazamadım. bugün faranjitten muzdarip bir şekilde evde pineklerken aldım kitabı kaldığım yerden devam etmeye başladım.
Barış Bıçakçı benim okumayı sevdiğim yazarlardan biri. karakter yaratmada gerçekten başarılı ve duru bir anlatımı var. kitaplarının arka planında ankara oluyor. bu benim gibi ankarayı seven insanlar için oldukça sempatik. o sokak sokak, kaldırım kaldırım ankarayı yazdıkça siz de ankarayı ve ankaranın mevsimlerini yaşıyorsunuz onunla birlikte. bu nedenle ben kapalı havalarda okumayı daha çok seviyorum bu yazarı. betimlemeleri uzun uzadıya insanı sıkan bunaltan türden değil. kısa, basit ve sade. 
***
kitap öncelikle ender ve çetin isimli birbirinin canı olan arkadaşı ve bu iki arkadaşın aynı kadına (nihal) aşık olmasını konu alıyor.(bu şekilde ifade edince saçma ve basit durdu evet, ama öyle değil)
kitaptaki olaylar (daha doğrusu anılar demeliyim..) Ender'in ağzından anlatılıyor. sanki daha çok enderin çetine yazdığı 167 sayfalık bir mektup gibi.
Ender ve Çetin... 2 naif orta yaşlı adam. biri kel, biri göbekli.. birlikte yaşıyorlar ve çocukluk arkadaşı. arkadaşları ikret amerikadan türkiyeye tatil için ailesinin yanına döndüğünde bir trafik kazası geçiriyorlar ve araçtaki anne baba ölüyor, fikret yaralı.. nihal ise fikretin kardeşi. bunun üzerine kazadan sonra fikret amerikaya döndüğünde üniversite öğrencisi olan nihal, enderle çetinin yanına misafir olarak yerleşiyor. daha sonrasında yüksek lisans için amerikaya abisinin yanına gidecek. zaman içinde ender ve çetin nihale aşık oluyorlar. ama bu çok güzel bir aşk. birbirinin kuyusunu kazmadan, pislik yapmadan... tamamen kendi içlerinde.
ilk bakışta olay örgüsü aslında sadece aşk gibi olsa da öyle değil. enderi, çetini, çocukluk anılarını, nihali, ankarayı, geçmişleri ve bu hayatlara dahil olmuş insanları da ele alıyor.
enderin nihale olan aşkının naifliği ise oldukça mükemmel işlenmiş. kitap oldukça akıcı. sıkılmıyorsunuz. uzun uzadıya başını sonunu unuttuğunuz cümleler yok ve o sade betimlemelerle ender ne anlatıyorsa direkt gözünüzde canlanıyor. bir de enderin arada parantez açıp çetine seslenişi, çemkirmesi, hatırlatmaları anlatıma tat vermiş. bir de kitapta bahsedilen reşit bey var ki bunu alıntılamadan geçemeyeceğim. anlayacaksınız zaten neden o karakteri çok sevdiğimi :) 
bazı sitelerde çetin  ve enderin aslında gay olduğuna dair yorumlamalar olmuş. ben buna katılmıyorum. onlar birbirine candan öte olabilmeyi, benimsemeyi başarmış 2 arkadaş. bunu zaten bir çok yerde açıkça okuyoruz. 
Barış Bıçakçı bir kez daha ''sen ne yazarsan ben okurum seni'' dedirtmiş oldu bana :)

alıntılar:

-''reşit bey erzincan'ın bir kasabasında bir imamın üçüncü 'çocuğu olarak dünyaya gelmişti. imam çocuğu olmasına rağmen tanrıtanımazlığı kendine daha uygun bulmuştu. teknik üniversite'de elektrik mühendisliği okuyacak kadar başarılı bir öğrenciydi. sonra da yıllarca şeker fabrikalarında görev yapmıştı. pek çok şehir görmüştü, yurtdışına gitmişti. hem köyü hem şehri bilen ve cumhuriyet'ten hemen sonra doğan herkes gibi, onun da gözünü çelişkilerin çiğ ışığı almıştı:
hayatını doğu-batı sorunu üzerine düşünmeye vakfetmişti. ama siyasetle ilgilenmemişti, çünkü reşit bey'e göre, insanlar birbirlerinden ve tarihten bir şey öğrenmiyor, basit güdülerle hareket ediyordu. bu yüzden siyasetin yapacağı, başaracağı bir şey yoktu. siyasetin temeli olduğu söylenen "toplumsal tecrübe" diye bir şey yoktu. yalnızca insanoğlunun daha az çaba yani daha az enerji harcamak, tasarruf etmek yönünde değişmez bir eğilimi vardı. nesilden nesile bir tek bu eğilim aktarılıyordu. 

toplumlar için de böyleydi bu. osmanlı'dan başlayarak batı'ya öykünmemiz bile bu yüzdendi. batı'daki imparatorlukların astarı yüzünden pahalıya gelmeyen düzenli ordulanna öykünmüştü osmanlı. daha az bedel ödeyerek daha kalıcı, daha işe yarar bir orduyu nasıl kurabilirim sorusunun yanıtı batı'da olduğu için oraya yönelmişti. 
batılılaşma diye büyüttüğümüz, yücelttiğimiz şeyin kökeninde bu vardı. oysa batı dünyası, "tasarruf etmek" eğilimiyle birlikte "yaşamak" fikrinin de üzerine kurulmuştu. yaşamamayı bir halt sanan biz mistik doğulular batı'nın asıl bu özelliğine öykünsek daha manidar olurdu.
bizi biz yapan bu "yaşamamak" fikri nedeniyle hiçbir şeyin peşinden gitmiyorduk, kahır çekiyorduk, ekşiyorduk, eşrefleşiyorduk. (babamın bizimle değil kendi kendine yaptığı o uzun, bölük pörçük konuşmanın bu kısmı senin de ilgini çekmişti.) 

eşref bey aslında bütün hayatını yaşamamak üzerine kurmuş tipik bir doğuluydu.reşit bey bu tuhaf kahramanıyla bir doğulu karikatürü çizmek istemişti. belki biraz fazla karikatürize etmişti, ama özünde meselesi doğu-batı'ydı. eşref bey kavramlarla düşünmek yerine, ayıpsuçgünah gibi dini-ahlaki bir terminolojinin esareti altında düşünüyordu. 
oysa batı'nın kavramları vardı, çünkü yaşayanların kavramları olurdu,yaşamayanların yasakları, suçları, günahları... kavramlar bir bakıma özgürlüktü. "düşünsene salih!" diyordu reşit bey, "ne çok kadın ve erkek yaşadıgıyla yetiniyor. karı koca olmakla yetiniyor. oysa kafalarında bir aşk kavramı olsaydı, yaşadıklarıyla yetinmez, kurulu düzenlerini yerle bir etmek pahasına aşkın peşinden giderlerdi. kavramlar hayatı en üst imkânlarına genişletmenin araçlarıdır.''


-"her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi? anılarımızı avuç dolusu su gibi her sabah yüzümüze çarpmanın işe yaramayacağına kim inandırabilir?"

-''kötü olduğumuzda en fazla susarız biz, birbirimize bakmayız. karpuz yeriz.''

-"benden okumak için kitap önermemi isteyenlerin kalbimi de istediklerini sanıyordum; hâlâ öyle!" 

-''aşıklar böyledir işte nihalciğim, kısacık bir anı bütün ömürlerine yaymak isterler.''

-''başlayan ve biten şeyler çetin, ölümlü olduğumu hissettiriyor bana, ölecekmiş gibi oluyorum.''

-''gerçekten öyle, her şey birden bire oluyor. küçük bir çocukken birdenbire, ilaçların plastik bir margarin kabında saklayan bir ihtiyar oluveriyorsun. kendin için, çocukların için, ülken için güzel şeyler ümit ederken, seni biçimlendiren şeyin güzel bir gelecek hayali olduğunu düşünürken, birdenbire kaderinin, güne ayak uyduramamak, gençliğini, geçmişini özlemek ve hızla dönen dünya tarafından hep kenara savrulmak olduğunu görüyorsun.''

-''freud tanısaydı severdi beni.''

-''o da anlamıştı herhalde ikimizden bir adam olacağını, benimle konuşulacağını seninle yaşanacağını.''

-''çetin, kadınlar kendileri için şiir yazılmasını neden ister ? kendilerini feda etmeyi, yok olmayı, hiç olmayı arzuladıkları ve onlara adanmış bir şiirle bu arzu arasında, biz erkeklerin göremeyeceği şık bir bağ gördükleri için mi? öyle mi?''




29 Mart 2016 Salı

29 Mart 2016

Kalbi kirilan bunca adam, darmadagin edip gitmeler, ben boyleyim isine gelirseler, umursamamazliklar, hicbir sey soylemeden cekip gitmeler, alinan bu ah'lar...
Dilerim ki bi gun gotumde cok pis patlamaz.
Ama tum bunlar insanlari ve iliskileri bi cok yonuyle bizzat yasayip analiz etmeme firsat verdi. Insanlarin ne kadar pisliklesebilecegini, her sey istedikleri gibi olmayinca ne kadar korkunc, cirkin, ve tehlikeli olabilecegini, bel alti vurmaktan hic cekinmeyeceklerini ayni zamanda zaaflarin insani ne kadar komik duruma dusurebilecegini ve elinizde tuttugunuz bi tasmadan farksiz oldugunu gozumle gormus oldum.
Insan iste.. tam da boyle bir sey :)
Korktum mu peki hic? Hayir. Bunlari yasamak guzeldi. Konu ne olursa olsun ogrenmeyi seviyorum sonucta.
Ama olan o naif ve guzel adamlara oldu. Arada kaynayip gittiler ister istemez. Umarim affetmislerdir beni.

27 Şubat 2016 Cumartesi

2009da BİZ 2

kocaman çizmelerin altında dize kadar çoraplarım var benim..ama ikisi birbirinin çifti değil..biri yeşil üstünde büyük beyaz puanları var..diğeri de yandan çizgili rengarenk..uzun kalın katlı bi kışlık eteğim var..kimi yerlerine güzel gözüksün die yamalar dikmişim..ama sol dizimin üstü var ki cok komik.. oraya kücük bi bez bebek dikmişim..üstümde dizime kadar inen yeşil eski bi palto var.. koyu yeşil..onun da düğmelerini deiştirmişim.. kocaman renkli 4 farklı düğme..tabi kışlık ya bunlar, alanları geniş olduğundan üstünde değişik armalar dikili..başımda ponponlu bi bere var..içimde bol bi kazak var..kocaman bi manav kasası alıp ona 4 tane tekerlek takmışım.. oyuncak ayımı oturtmusum içine..bi de görmemişler gibi emniyet kemeri de bağlamışım ayıya..kalın ve yer yer yırtıkları olan bi cisimle çekiyorum ayının kasasını..4 metrelik upuzun atkımın püskülleri yerlerde sürünüyor..

21 Şubat 2016 Pazar

2009DA BİZ

sırtımda eşşşek kadar çantam vardı. içinde de bir sürü ıvır zıvır.. çünkü ben kıyafete önem vermeyen biri olduğum için çantamda kıyafet değil ıvır zıvır taşırım.. sol kolumun altında da ayım vardı. sanki boğazlıyormuş gibi onu tutuyordum. boynumda yeşilli pembeli morlu fularım.. ahh hemen altında da elbette o hiç çıkarmadığım ankh.. üstümde pembe askılım, kıçımda da kesilmiş bi kot pantolon vardı, böyle kenarlarından iplikleri sarkan ve kocaman tokalı bi kemerle belden sıkılmış.. ayağımda sandaletlerim vardı pasaklı olduğum için ayaklarım çok kirliydi. kollarımda bi sürü bileklik vardı.. boncuklusundan tut derisine kadar.. kolumun yarısını kaplıyolardı.
...
geliyodum.. kapıyı vuruyodum. çünkü ben kapıyı çalmam.. kapı açılınca da kocaman camları olan güneş gözlüğümü çıkarıp senin hanıma ''murat evde mi?'' diye soruyodum.


17 Şubat 2016 Çarşamba

17.02.2016





yaşadığım bu toplumdan, bu düzenden öylesine nefret ediyorum ki... artık insanların acımasızlığı, yüzeyselliği, zır cahilliği, bedensel-ruhsal-düşünsel kirliliği, körelmişliği; gözlerinin kör, kulaklarının sağır oluşu nefret veya acıma duygusu yerine tamamen tiksinti uyandırıyor bende.
bu insanlarla aynı hayatta yaşıyorum... aynı havayı soluyorum... aynı yolda yürüyorum... illa ki bir şeyleri paylaşıyorum. ve yemin ederim ki midem bulanıyor.

her gün eve geldiğimde ''keşke ciğerlerimi de çıkarıp yıkayabilsem'' diye iç geçiriyorum. gerçekten kendimi hiç ama hiç temiz hissedemiyorum. çünkü biliyorum;dünyayı, insanlığı, hayatları ve acı çeken hiçbir varlığı ben kurtaramayacağım (insanın ciğerlerini illa ki bir şekilde söküp yıkayabilmesinin bir yolu olmalı.) keşke kollarım yetseydi de hepinizi bir bir kucaklayabilseydim. 

kıyıya vurmuş, üstleri başları kirlenmiş, oldukça mutsuz ve yorgun görünen denizanaları da dahil!

10 Şubat 2016 Çarşamba

.ZAMANLA

ilişkinin ilk haftalarında...

koray: çok güzel gülüyorsun ya çok hoşuma gidiyor. (arkadaşlarına döner ve) arkadaşlar Su çok güzel güler. hayat ışığı gibi gülüşü var çok içten gülüyor. (sanki bilerek matah bir bok yapıyormuşum gibi..)


ilişkinin 3. ayında...

koray: allah belanı versin sus gülme *mına koyayım gülme! benim yanımdaki kadın gülmez, ciddi olur, ağırbaşlı olur! (beyefendi başbakan ya hani... çok önemli bir insan ya beğenmiyor artık)

ama bir insan bu kadar zavallıyken nasıl gülmezdim bilmiyorum. iyi ki gülmüşüm. şimdi olsa daha çok gülerim. gülünmeyecek gibi değildi çünkü.

28 Ocak 2016 Perşembe

.MURAT'A DAİR GİBİ GİBİ

ama tam değil...

3. birasını içtikten sonra masaya yumruğunu vurup ''mesela şahin k. bir fenomendir!'' demişti. tekele gittiğinde kaju alacakken son anda fikir değiştirdi ve kajuyu haketmediğini düşünüp bir paket tuzlu fıstık almıştı. etli nohut yemeğini de haketmediğini düşünüp geceleri aç uyurdu mesela...
***

olup biten hemen hemen her şeyin varlığı konusunda şüpheye düşen ben, galiba en çok Murat'ın gerçek olduğuna inanıyordum. hatta kendi varlığım konusunda şüpheye düşer, onun varlığı konusunda şüpheye asla düşmezdim. öyle birşeydi o benim hayatımda. 
yıllarca kırmızı reçeteli ilaçları kullanırken ölecek ölecek diye korkarken ben... (elbette ölmedi. o kadar kolay ölünmüyor neticede) ''keşke ölseydi'' dediğim tek insan oldu. 
tamam ben nefretten beslenen bir insanım, kabul. ama inan bana bunun nefretle hiçbir ilgisi yok. bu sadece kusursuz bir hayalkırıklığı.. o kadar.. 
demek ki neymiş? terzi kendi söküğünü dikemiyormuş. sonuna kadar reddettiğin asla kabul etmediğin o toplum var ya... hah o toplumun ta kendisi oluyormuşsun. olmak istemediğin şeylere bir bir dönüşüyormuşsun. ve illa ki bir şekilde hep ama hep! tükürdüğünün yalıyormuşsun.
ben 24'ken sen 28'din ya.. bana ''anlamıyorsun, ama anlayacaksın. başka türlü olmuyor. kabul etmek zorundasın. başka türlü mutlu olamazsın. toplum ne diyorsa yap ve mutlu ol. insanlardan bir farkın olmasın. sıradan ol. sıradan olmazsan asla mutlu olamazsın.'' demiştin ya hani.. ben de sana demiştim ki ''anlamıyorum, anlamak da istemiyorum. belki 28 olunca anlarım. ama lütfen bunu anlamayayım'' diye.. 
28 olmama 6 ay kaldı. ve ben ne olup biteceğini gerçekten çok merak ediyorum. lütfen lütfen lütfen... bir kez daha haklı çıkma!


**NOT: Senden nefret etmiyorsam inan ki sırf aurora borealislerin hatrına. bu da burada dursun. belki hatırlarsın.





24 Ocak 2016 Pazar

.BİRİKTİRMEK ÜZERİNE

   






onca pişmanlığın ardından ailemin değerini anlamam üzerine ailemle ilgili hiçbir şeyi hiçbir yerden silemez oldum. zaten arşiv insanıydım ben. ama söz konusu ailem olunca daha bir özenli olmaya başladım. en dandik fotoğraflarını bile silemiyorum. ki eminim hiç kimse öldükten sonra o kadar kötü fotoğraflarıyla hatırlanmayı ya da birilerinin onları görmesini istemez.
geçenlerde biri dedi ki ( kim olduğunu hatırlayamıyorum malesef ); insan birisi ölünce, bu kişi onun çok yakını olsa bile onun ses tonunu unuturmuş. mideme dehşet bir yumruk yemiş gibi oldum! unutkanlığımla ve karakterime ait her türlü çirkin ve pislik şeyle gurur duyan ben, asla ama asla ailemin sesini unutmak istemiyordum.
hemen onlara whatsappdan ses kaydedip göndermeyi öğrettim. ve gönderdikleri ses kayıtlarını dünyanın en saçma şeyi bile olsa da arşivlemeye başladım.
 ne de olsa hayat ayrıntılarda değil, saçmalıklarda gizlidir. 
 ve evet... insan duymadığı sesi çok kısa bir süre içinde unutur.


***NOT: Anne söz veriyorum... çirkin çıktığın hiçbir fotoğrafı ve videoyu ne olursa olsun, hiçbir zaman, hiç kimseye göstermeyeceğim. onlar sadece benim için. ne yapıyorsam geleceğim için yapıyorum. çünkü anılar güzel şeyler.
                    Sizi seviyorum.

.BU HAFTA SONA ERMEDEN


evet gelelim bu hafta neler yaptığıma...
işe başladığımdan beri açıkçası boş bulabildiğim her an uyumak istiyorum. çünkü hem iş hem okul bir arada olduğu için ister istemez çok yoruluyorum. ve boş kalabildiğim her saniye bana ilaç gibi geliyor.
***
pazartesi- salı finallerim dolayısıyla izinliydim. ve izin aldığıma değdi. iyi notlarla dönemi kapattım. sadece tek bir dersten bütünlemeye kaldım. ama onun dışında diğerlerinden yüksek not almışım. o tek ders de nazarlık olsun artık. çok kafaya takmıyorum. üzerime anlamsız bir gevşeklik halim.

çarşamba yine işe gittim. yoğundu. sadece çalıştım o kadar.

perşembe günü arkadaşımın whatsapp'dan yolladığı güzel bir Ortaköy fotoğrafıyla uyandım. fena bir uyanma şekli değildi açıkçası. sevdim. burada kar vardı. kara bata çıka ulvi görevlerimden biri olan evlenme cüzdanı yazmaya gittim. HER ŞEY SİZİN İÇİN! HER ŞEY SİZİN İÇİN!


ise işe gitmemle birlikte müdürümüzün ''bugün engelli ve hamilelere idari izin var istersen gidebilirsin'' sürpriziyle birlikte, evlenme cüzdanını yazıp yine kara bata çıka dönüşte markete uğrayıp süt ve kahve alıp, sevinçten ne yapacağımı bilemez bir halde eve geri döndüm. kendime mis gibi bir kahveli süt yapıp, müziğimi açıp, kitabımı elime alıp günün tadını çıkarmaya başladım.
hatta öyle ki, inanılmaz iyimserdim ve bütün gerizekalı insanlar hala gerizekalı olmasına rağmen yine de gözüme sempatik görünüyorlardı.







bu 1 izinli olduğum gün, uzun zamandır ''hiçbir şey yapmadan sabit kalmak istiyorum'' diye yakınmama derman oldu resmen. ve bu 1 günde aslında değiştiğimi, köreldiğimi zannedip korktuğuma değmediğini anladım. çünkü ben hala aynı benmişim. sadece bunun için fırsat bulamıyormuşum o kadar. her saniyenin tadını çıkardım bu yüzden. en sonunda puzzle başında sızmış kalmışım. o da zaten neredeyse 1 yıldır bitmeyen bir puzzle... toz bağladı üzeri resmen bir köşede durmaktan.

cuma günü ise yine iş iş iş!!!
kaç tane evlenme ve ölüm tescil ettim inanın bilmiyorum ama canım çıktı. zaten sürekli pc başında çalışmaktan, masa başında durmaktan artık eklemlerim ağrıyor. hele vücudumun sağ tarafını hissetmiyorum resmen. uyuşmuş durumda. özellikle sağ kolum, boynum ve parmaklarım... kas gevşetici filan aldım ama nafile.. yapacak bir şey yok. fazla zorlamamak lazım. bütün akşam perişandım, çok üşüdüm ve hep bu şekildeydim. yataktan çıkmadım ve belki iyi gelir umuduyla 1 kesme şekerin üzerine kekik yağı damlatıp içtim. az daha geberiyordum. deliler gibi hıçkırmaya başladım ve bir türlü durmak bilmedi. ama yok böyle bir hıçkırma şekli yani... biraz daha zorlasam sıçrarken kafamı tavana vurup, zeminle tavan arasında top gibi sekecektim vallahi.



cuma akşamı bir arkadaşımla tanrı, evren, fizik, evrim, doğa üzerine biraz muhabbet ettik.
böyle şeyleri konuşabildiğim insanları seviyorum.
tüm bu konuşmalardan sonra da cumartesi günü şu şekilde tanrı gözümün girerekten uyandım.



kalkıp pencereleri açtım ve tanrının içeriye doluşunu hissettim.

işte devlet memuru olan bir insanın 1 haftası bu kadar sıkıcı geçiyor arkadaşlar. bu kadar sıkıcılığın içinde benim keyfimi yerine getiren şeyler ve hedeflerim de var elbette. ama onları şuan anlatmanın sırası deil... 3 ay kadar daha beklemeniz lazım onun için :) bir sürpriz olacak..



peki bu hafta en çok ne mi dinledim? buyrun..















bitti işte. bu kadar.. al sana bir hafta. her şey sabit aslında ama sadece dinlediğim, okuduğum, yediğim, izlediğim şeyler filan değişiyor. 
eh.. aslında baya da sabitmişim yani. o kadar da bikbikbik etmeme gerek yokmuş??




19 Ocak 2016 Salı

.YENİDEN

sıkıldım.
demek ki insan hayatında her şeyin yolunda gitmesinden de sıkılıyormuş bir noktadan sonra.
hayatım hep bir koşuşturmaca içinde geçiyor. ve ben günlerin nasıl akıp gittiğine inanamıyorum bile. farkına varamıyorum. 
bu kötü..
işe girdiğimden beri, yani 18 Nisan 2013'ten beri bu böyle. ve hala nasıl devlet memuru olduğuma ve bu işe nasıl devam ettiğime şaşıran bir kitle var. ben de dahil :) 
insan işe başlayınca para harcamaya bile vakit bulamıyormuş.
***
okula devam ediyorum. hatta 2. üniversiteme de başladım. sevdiğimden filan değil. neden yaptığımı inanın ben de bilmiyorum. hadi 1.sinde yılların emeği var.. malum 2008de girdim ona. bunca emeği insan çöpe atamıyor. ve 7. senede aslında bu bölümün kesinlikle bana göre olmadığını, hatta nefret ettiğimi farketmem de bu gerçeği değiştirmiyor. o yüzden bırakmıyorum. bırakamıyorum. henüz o kadar cesur değilim malesef. benim sürekli bir şeylerle uğraşmam lazım ki kafayı yemeyeyim.
***
eskişehire döneli tam 1 sene + 1 ay filan oldu. ilk başta biraz hayal kırıklığıydı elbette. bıraktığım gibi bulamamıştım. üstelik hiç bir mecburiyetim olmamasına rağmen sabahın 7sinde kat kat giyinip yürüyüşe çıktığım o köprü bile yoktu. yıkmışlar ve yerine bir kavşak yapmışlar. sevmedim...
***
geçmişe dair pek özlediğim bir şey yok. daha doğrusu hatırlayamıyorum pek. bu beni mutlu ediyor açıkcası. şu sıralar tek özlediğim şey ailem ve osman. 
osman ailemle kalıyor çünkü artık. getiremedim yanımda. o da annemle aşk yaşamakla meşgul zaten. beni değil ama ailemi kapıda karşılayıp, geceleri anneme masaj yapıyor. fakat ilk fırsatta yanıma alacağım. çünkü o benim hayatımdaki en güzel şeylerden biriydi, biliyorsunuz.
***
insanın 27 yaşından sonra en çok özlediği şey ailesi oluyormuş. eve gittiğimde geceleri annemle uyuyorum sarılıp. bunun tadı hiçbir şeyde yok. 
***
kahvede level atladım. artık duble espresso içiyorum. kahve sevgim hala devam ediyor çünkü herkes gider kahve kalır :)
***
çoğunlukla kendime vakit ayıramamaktan şikayetçiyim eskisi gibi. çünkü ben keyif insanıydım. sabahları yürüyüşe çıkıp, gelip güzel bir kahve yapmak ve uzanıp kitap okumak, yeni yemek tarifleri denemek, yeni müzikler keşfetmek, bol bol yolculuk yapmak, puzzle başında saatler  geçirmek, osmanın horlamasını dinlemek benim için en keyifli şeylerdendi. 
bu durumdan şikayetçiyim hayatımla ilgili. şu sıralar ise sadece boş bulabildiğim vakitlerde sadece uyuyorum. ve 3 yıldır hiç tatil yapamadım. bu yaz üstü açık klasik bir araba bulup bol bol gün batımına doğru sürmek istiyorum. buna ihtiyacım var. üstelik artık saçlarım da uzun :) 
hem de belime kadar... :)




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...